11 Eylül 2007 Salı

Buyrun Şevket Eygi ne dedi ?

1-Müslüman erkek eşinin içkili resepsiyona sokmaz.

2-kayseri bağlamasıyla çankayada oturulmaz Yves s... mi? neydi fransız bir modaevi varmış., ancak orası paklarmış. Hani soruyorum ya, şimdi halkı küçük görenler kim ? Biz eskiden, hani din siyasete alet olmadan önce yemeniyi tepeden bağlardık, kadınları küçümseye küçümseye, köylü, cahil ve islamiyeti bilmezlerdi ya, sonunda kayseri hattını bulduk ya, Hani sosyalog biri çıkmıştı da, modern mahrem demişti ya , ona ayak uyduracağız diye yemenimizi çıkarıp o modele razı de olduk, sonunda ola ola yine kayseri ankara zevki olduk.,

3- Aynen şunu da söyledi. Hastalanan kadını erkek sokağa mı atsın? Şevki Bey kibar ve şehirli, hatta osmanlı ve hatta hiç taliban değil. Ama bu sözü başka kimler demiyor? Başbakanımız da demişti. Onların suçu değil. BEN onların din Okullarını suçluyorum. Fakat ben konuşunca tahamül edemeyip BENİ bloglardan atıyorlar, sesimi kesiyorlar.

peki bu ülkede kendine güvenen kadın yok mu ? Neden Kadın evde beslenen evcil hayvan mı diye sormuyor muyuz ? kadın yazarlar nerde ? onlar ne yazarlar ? hep başörtüsümü yazarlar ? kuran hakkında gelişigüzel konuşulmaz diyenler nerde ?
Belki kuran sizin anladığınız gibi kadına zavalı varlık gözü ile bakmıyor ?
la havle. Niye başkalarına engel olurlar? okulda aldığınız eğitim size, Yetim kızların bu evlilik ayetinde işi ne diye size sordurmuyor mu ?

Düşünmeden, başka açıklamaların olabileceğini bilmeden veya olduğu zaman bu kişilere karşı hırs bürüyerek inanmak, kör inanç oluyor.

Ben de sizin okullarınızı eleştirnce, biz müslümanız diye bana mı öfkenlenmeniz mi lazım ? Ama oraya sizler tarafından "hasta kadın" uydurulunca bu yaptığınız neden tamam oluyor. Peki nerdeymiş "hasta kadın" ? Ben arapça bilmiyorum, nerede evdeki kadın hastalanırsa ibaresi ?

Çıkıp sesleneyim hanımlar her nerdeyseniz ???
yok görmedik, duymadık, doğruyuz.

devan etsem mi, etmesem mi ?

21 yorum:

Müzmin Anonim dedi ki...

Knz hanim,

Bir hayli zaman once, zannedersem, siz bana 'Awakenings' isimli bir filmi onermistiniz. Indirmis fakat bir turlu vakit ayirip seyretmemistim (basta gelen sebebi de Robin Williams benim en takdir ettigim aktorlerden olmayisiydi).

Sonunda seyrettim.

Tavsiye ettiginiz icin, size tesekkur etmek istedim.

Guzel bir filmdi.

Tesekkur ederim.

[Not: Bu yazdiklarimin bu konuyla uzaktan yakin dan alakasi olmadigindan, okuduktan sonra silmek isteyebileceginizi dusunyor/umuyorum.]

knze dedi ki...

olivear Sacks Gerçeğe sadık kalıyor,. Benim önerdiğim aslında gerçeğin kendisi.. Kitaplarına ayrıcağınız zamana acımazsınız.


silmeyelim isteseniz,. kontrol paneline girmeden yazıyorum ben de. Hem su başında durup bi nefes almaya ihtiyacımız yok mu herbirimizin ?

knze dedi ki...

şevket eygi müslüman temsilin osmanlı olduğunu düşünüyor.

ama üzerinden çok seneler geçti.,
Türkiyede kadınlar oy verme hakklarını ne kendileri söke söke aldılar, ne de imamlar birliği onlara böyle bir hak verdi.
cumhuriyet kadınlara bu hakkı tepden indirdi?

hani diyorlar ki modernleşme osmanlıda başlamıştı, doğrudur toplumların bir sürekliliği vardır zaten. şimdi toplum olarak durup bi nefes alıyoruz. Belki de sorun herşey çok hızlı oldu.

Adsız dedi ki...

Sorun galiba Kuran'ı yorumlayanların hep erkek olması. Meclis çatısı altında bile "kadın dışarıda çalışırsa dini açıdan eksik kalır" lafları bile dolaşmıştı.
Sizi bloglardan mı engelliyorlar?belki uzun yazdığınız içindir? şaka :) Neyse ki sizin kendi blogunuz var, başka bir yerde engellenince burada kendinizi ifade edebiliyorsunuz.
Hükumete yönelik eleştiri sahiplerini din düşmanı, darbeci ilan etme modası var şu zamanlar. Cadı avı gibi birşey, sinsice bir plan. Eleştirdiğimiz şey İslam değil, hatta Müslümanlar da değil.

knze dedi ki...

merhaba deniz,
hoşgeldiniz.

evet binlerce yıl icmalara kadın girmedi. Şimdi de Kurumlaşmış bir din var. Kolay değil tabi.

çabalıyoruz. yani ben böyle adlandırıyorum., eh bocalıyoruz da tabi.,

İslamiyete sövsem belki beni engelemezlerdi. Ne yazık ki, ben onların evlerinde olan biriyim. yani içerdenim., mahalleyi biliyorum, üstelik seviyorum da.,

cumhurbaşkanın ramazanda su içmesi mesela,..gayri ihtiyari masaya suyu koyanları azarladı. Bu hiç olmyacaktı. o insan görevini yapıyordu., onun görevi su koymak. oruçlu biri içmez, sorumluluk ona aittir. şimdi o insan ramazan boyunca görevini yaparken aksayacak. Masya su koymaya korkacak. Bir ziyaretçi konuşma yapmak için geldiğinde onun suyunu koymayacak.,

bakın ortada kasıtlı birşey yokken ,kimse doğrudan oruç baskısı yapmasa da sonuç böyle olablir diye özel bir hassaslık gerekirken, gündelik hadislerle olaylar şekillenemekte..

Adsız dedi ki...

Merhabalar, hoşbulduk.
Misafirperverlik bu medeniyetin bir unsurudur. Evinize misafir olmuş birisini kovmak için çok geçerli bir sebep olması lazım.
Tabi bu konuda bilgi sahibi değilim, neler oldu neler bitti bilemem.
Cumhurbaşkanı masaya su koyanları azarladı mı bilmem, ama ben oruçlu bir CB olsam kendime gülerdim, bu olayı tebessumle karşılardım.Önüme su konmaması gerektiğini de uygun bir dille anlatırdım. Bir Müslüman'ın oruçluyken önüme su koymayın deme hakkı var.
Ancak bir Müslüman'ın yanımda su içme, sigara içme deme gibi bir hakkı yok. Oruç tutmak bir nefis sınavıdır. Ahmet Necdet Sezer Ramazanda su içti, oruç tutmadığını biliyoruz, en azından sanıyoruz. (belki o gün oruç tutmadı). ANS Bey'i eleşitirdiler,işte 70 milyonun önünde Ramazan'da su içilir mi diye. ANS'ye son derece haksızlık edildi,adam su içer ne olmuş bunda. Onlar ibadetlerini yaparken kızmasınlar diye ben özgürlüklerimi kısıtlayamam. Lokanta, kantin veya yemekhane açık olsun, yanımda su şişesiyle gezebileyim.
Yeni anayasa taslağından aşırdım:

"Kimse ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve düşüncelerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç, düşünce ve kanaatlerinden ve bunları değiştirmekten dolayı kınanamaz, suçlanamaz ve farklı bir muameleye tâbi tutulamaz."

Adsız dedi ki...

Madde 24-2

knze dedi ki...

cumhurbaşkanı azarlamamış olabilir. Doğal, belki çok hafif bir serzenişi olsa bile dışardan öyle algılnmasının önüne geçemiyor.

Yani halkın oruçlu bir cumhurbaşkanı görmekten duyacağı mutluluğun getireceği avantajların yanında, böyle dezavantajları da var. hiç istemediği halde, hiç planlamadığı halde, oruç ile ilgili toplumsal baskının oluşmasında sebep olabiliyor.

Anayasada devletin vereceği din eğitimi nasıl olacak acaba? zorunlu din derslerinden bahsetmiyorum. Maesleki din eğitimi nasıl olacak ?

şevket eyginin dediği gibi kadın hastalandığında erkek sokağa mı atsın yaklaşımıyla mı din öğretecekler ?

hırsızın kolu kesilmesi sorulduğunda durun şimdi, tutuklanmadan cevap vereyim diye kurnazlıklara mı kaçacaklar.

bir erkek eşine şiddet uyguladığında o erkeğin haklı sebepleri olabileceğini mi kabul edecekler ?

başörtüsü bütün bunları gizlemek için kullanılıyor.

deniz, ben başörtüsünü boynuma sıkmak şeklinde dolayarak 15 dakika dolaşamam demiştim ?
bu kovulma nedeni olablir.

ama ben onlara soruyorum yine, sizin evinizde 15 yaşında bir kız bunu nasıl ifade edecek ?

Trkiyede mesleki din eğitimi sorgulamaya daymayan, akli selim-i aramak gibi yöntemleri geliştirememiş, daha doğruyu arayan bir niteliğie sahip değil.

bu bir gerçek.

bunu yazanlar reformistliği savunmak da değil. Çünkü kendileri de reformist., şahitliklikle ilgili bir konuda reformistler.

oysa ben aksini düşünüyorum. Kuran'nın reformistliğe ihtiyaç bırakmayan esenk bir dokusu var.

isteyenle başörtüsü, şahitlik , erkeğin çok evliliği, cennette huri kızları tartışmasına girerim ben., onlar bunu yapamıyorlar. Tirkiyedeki mevcut mesleki din eğitimie yaklaşımı ile bunu yapamazlar. hep birşeye bahane uydurmak konumunda kalırlar.

ya işte kadına şiddet ama süprge püskülü ile, yok efendim sokağa mı atsın diyorlar.

sokağa mı atsın sözünü de çok diyorlar.

ben bunu hiç bir bahane için söylemem, kendime güvenimin nedeni budur.

eğer başörtüsü takmış olsaydım, beni çok çok seveceklerdi :)

bir tek başörtüüsü yüzünden daha tutarlı daha bütüncül açıklamaları görmezden geliyorlar.

halbuki başrtüsünü islam farzı ekseninden çıkartsalar, bunu bir çıkartabilseler AİHM de daha fazla şansları olacaktı.,

knze dedi ki...

http://sad-ece.blogspot.com/2007/09/diilik-ve-kiilik-arafsnda-kadn.html

en öenmli vurguyu burada yapacağım şimdilik.

izlenimler açılsın ordayım.

bir de derin düşünceye yazıyorum.

deniz vaktin olursa oralar da uğra hem zihni ile tanışırşın. çok dost yürek çok.

zihni örer dedi ki...

Blogu düzenli olarak izliyorum kardeş.
Ama yazacak zamanı bulmak bu sıralarda zor.
En kısa zamanda yazışmak umuduyla..
Teşekkür ediyorum övgün için.
Azzz sonraaa:))

s.b. dedi ki...

knz hanim size bir koseyazisi tavsiye edecegim.
zaman gazetesinde ali unal bu hafta icinde yazmisti. pazartesi sanirim. arsivinden bakabilirsiniz. benim serverdaki problemden dolayi girip linkini buraya kopyalayamiyorum.
basligi "bitmeyen tartismanin ozu" gibi birseydi.
slmlar.

knze dedi ki...

merhaba s.b haşgeldiniz.
tamam bakacağım.

knze dedi ki...

http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/yazar.do?yazino=589370

Ahmet Turan Alkan Bey'in, günümüzde Müslüman kadının iş ve toplum hayatındaki yeri konusunda okuyucularıyla girdiği tartışma, İslâm dünyasında bir buçuk asırdır yaşanan bir kargaşanın yansımasından başka bir şey değildi.
11 asır süren "zafer sabahlarının ardından bozgun akşamları"na düşen İslâm dünyasında pek çok âlim ve mütefekkir, bu değişimi sorgular ve yeni bir sabaha nasıl uyanılabileceğini tartışırken, konuyu ne yazık ki içtihad temelinde ele aldı. Temelden yanlış olduğu son yıllarda daha çok ortaya çıkan bu yaklaşımı tashih için Bediüzzaman'ın İçtihad Risalesi olan 27. Söz mutlaka okunmalıdır.

Kusura bakmazlarsa, gerek A. Turan Alkan Bey'in gerekse okuyucularının tavrında gözden kaçtığı görülen iki nokta, söz konusu yaklaşımda da nazara alınmayan ve bu yaklaşımı temelden kusurlu hale getiren ana noktalardır. Bu kusura fıkıh usûlünü bilmememiz de eklenince, meselâ Taha Akyol Bey gibi dikkatli bir insan bile, bir panelde, Hz. Ebu Bekir zamanında Hz. Ömer'in kendilerine Peygamber Efendimiz'in müellefe-i kulûb olarak zekât verdiği iki kişiye zekât vermemesini, Şeriat'ın daha Peygamberimiz'den sonra yetersiz hale geldiğine delil gibi zikredebilmişti. Aynı veya benzeri hatalı tutumlar, konunun uzmanı geçinen pek çokları tarafından da ne yazık ki hâlâ sergilenmektedir.

İslâm, hayatın bütününü kapsar. Nasıl vücutta temel iki organ kalb ve beyin ise, hayatta da temel iman ve ilim, kalbin ve zihnin iman ve ilim ile inşasıdır. Nitekim İslâm da, her şeyden önce hem zihinlerin ve kalblerin inşasını, hem de her zaman için onların sıhhatini korumayı esas alır; bu sebeple de önceliği daima imana, ilme, ibadete ve ahlâka verir. Ferdî ve içtimaî hayatın bütününü kuşatan ve meşhur tarifle, "efrâdını câmî, ağyarını mânî" bulunan İslâm fıkhı (hukuk sistemi), ancak iman, ibadet ve ahlâk temelleri üzerine bina edilebilir. Bu da, hem bir hak etme, liyakat kazanma, hem de talep etme meselesidir. Sadece, "Hayır, hayır! Rabbine andolsun ki, aralarında baş gösteren anlaşmazlıklarda seni hakem veya hakim kabul edip, sonra da verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı ve itiraz duymadan tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar." âyeti bile, (Nisâ Sûresi/4: 65), bu konuda tam bir fikir vermeye yeter. Yeterince açıklayıcıdır ki, Medine'de müeyyideli birer hukuk kaidesi olarak vazedilen cana kıymama ve zina etmeme gibi hususlar, Mekke'de İsrâ Sûresi'nde daha çok ferdi inşa edici birer ahlâkî düstur şeklinde zikredilmiştir. Bu temel noktadan hareketle diyebiliriz ki: Türkiye'de de lâik sistem, zaten tabiatı gereği İslâm hukukunu reddettiği ve hayat bambaşka ölçüler üzerine oturduğu gibi, Türkiye dahil İslâm dünyasında son birkaç asırda zihinleri ve kalbleri artık sadece İslâm inşa etmemektedir. Dolayısıyla da, nasıl muhakeme ve düşüncelerimiz saf İslâmi olamıyorsa, aynı şekilde İslâm'a ait bulunmayan, onun şekillendirmediği bir düşünce, gaye, dünya görüşü, içtimaiyat, ekonomi ve siyasî temeller üzerine bina edilmiş bir sistemde de, saf İslâmî bir kural koyma adına içtihada kalkışmak, her şeyden önce bir usul hatası olarak görünmektedir.

Kanaat-i acizanemce, konuyla ilgili olarak diğer çok önemli nokta da şudur: İslâm fıkhı, kitaplarda yazılı, donmuş, fosilleşmiş kaideler bütünü değildir. Bütünlüğü içinde İslâm, bütün kapsayıcılığıyla Müslümanlaşma, dinamik bir hayat, kendine has çizgide devam eden kesintisiz bir süreçtir. Ancak böyle bir süreç içinde, o süreçte yer alan selâhiyet sahipleri -belki bütün Müslümanları da değil- sürece ait olanları bağlayıcı kararlar verebilir, içtihadlar yapabilir. Umum için ise ihtilâflar ve kargaşa kaçınılmaz gibi görünüyorsa da, her şeyden önce samimiyet esas alınır, maksat İslâm'ı her değişen şarta ve duruma, arzularımıza, dünyaya uydurmak, adapte etmek değil, hayatımızı, durumumuzu, dünyamızı İslâmîleştirmek olursa, o zaman Cenab-ı Allah, kalblere doğruyu yanlıştan ayıracak furkan yerleştirecek ve bizi tek olan Sırat-ı Müstakîm'e götüren yollardan birine (sebil), dolayısıyla Sırat-ı Müstakîm'e ulaştıracaktır.


17 Eylül 2007, Pazartesi

Kapitalizm’in ve Duygu Asena’nın ‘Kadın’ı keşfi



Kadın hareketinin dünya çapında geçerlik kazanması, zannedildiğinin aksine Amazon ruhlu Jan Dark’ların fedakâr eylem ve çalışmalarıyla değil, Kapitalizm’in globalleşmesi, yeryüzünü kaplaması sayesinde mümkün oldu. Buna kısaca uluslararası şirketlerin kadını keşfi de diyebiliriz. Tüketim sürecinin aksamaksızın devam etmesi için kadın motifi acımasızca istismar edildi. Evinden koparak iş hayatına ve sokağa çıkan kadın, bir kuşak önceki hemcinslerine göre daha çok eğitim, meslek ve gelir sahibi oldu; toplumsallaştı, her alanda erkeklerle en azından eşit olabileceğini isbat için olağanüstü didindi; ama aynı zamanda ideolojik dönüşümlere de uğradı.


--------------------------------------------------------------------------------

Gazeteci ve yazar Duygu Asena’nın ölümü üzerine arkadaşları ve sevenleri, ardından dikkate değer yazılar kaleme aldılar; bu yazıların ortak konusu, Asena’nın Feminist harekette öncü isimlerden birini teşkil etmesi ve kadın kimliğinin sadece kamuya açık alanlarda değil, geleneksel aile yapısı içinde de belirginleşip, eskiye göre daha serbest bir ifade imkânına kavuşmasında etkili olmasıydı. Övgüde abartıya kaçıldığı da oldu; bir hanım gazetecimiz hızını alamayıp yazısının başlığına, “bize sevişmeyi öğretti” ibaresini koydu; kimileri onu Jan Dark’a benzetti; “Kadının adı yok” isimli kitabının, Türkiye’de kadın hareketinin en önemli metinlerinden birisi olduğu ileri sürüldü.

Duygu Asena, Türkiye’de “laikçi” dünya görüşünün inşâsına katkıda bulunan bir isim olarak önemsenmeyi hakediyor ama fikirlerinin isabeti ve bu fikre şahsi ilâveleriyle değil; sadece bu fikirleri yüksek sesle tekrarlaması ve Türkçe’ye tercüme etmesiyle. Laikçiliğin kadına bakışındaki eksikleri, bir mânâda Duygu Asena’nın adaptasyonu tamamladı; bu dünya görüşüne göre kadın herşeyden önce kendini keşfetmesi ve önemsemesi gereken bir varlıktır. Onun kimlik hakları erkeklerle aynı, hatta çok daha baskındır. Modern kadın, geleneksel toplumun kendine revâ gördüğü rolü reddetmeli, erkeklerle aynı alanları ve hakları paylaşmalıdır vb. Cumhuriyet’in başlangıç yıllarında kadın, medeni kanunla seçme, seçilme, miras, ticaret, memurluk gibi haklar kazanmış ama inkılapların fiilen şehirlerde yaşayan bürokratik çevrede sınırlı kalmasıyla geleneksel rolünden sıyrılamamıştı; esasen bu inkılaplar “feminist” bir muhteva taşımıyordu; Duygu Asena, kanunla kazanılmış hakların, fiilen kullanılmasına modellik teşkil etmesiyle kendi misyonunu buldu ve bu mânâda üzerinde durulması gereken bir isimdir.

“Bu misyon netice itibariyle hayra vesile olmuş mudur”, sualini ayrıca ele almak gerekiyor.

Kadın hareketinin dünya çapında geçerlik kazanması, zannedildiğinin aksine Amazon ruhlu Jan Dark’ların fedakâr eylem ve çalışmalarıyla değil, Kapitalizm’in globalleşmesi, yeryüzünü kaplaması sayesinde mümkün oldu. Buna kısaca uluslararası şirketlerin kadını keşfi de diyebiliriz. Tüketim sürecinin aksamaksızın devam etmesi için kadın motifi acımasızca istismar edildi. Evinden koparak iş hayatına ve sokağa çıkan kadın, bir kuşak önceki hemcinslerine göre daha çok eğitim, meslek ve gelir sahibi oldu; toplumsallaştı, her alanda erkeklerle en azından eşit olabileceğini isbat için olağanüstü didindi; ama aynı zamanda ideolojik dönüşümlere de uğradı: Geleneksel toplumda kadına ve aileye biçilen rol, son derece sert tenkidlerle hırpalandı. Meslek sahibi, işçi, patron, öğretmen kadın imajı, ‘anne’lik rolü aleyhine zayıflatıldı; evlilik kurumuna çatıldı. Kadının kendi hayatının ve bedeninin tek egemeni olması fikri yüceltildi.

İşte Duygu Asena, bu global cereyanın Türkiye temsilcisi olmak itibariyle önem taşıyor; dolayısıyla sudan sebeplerle hemen yıkılıveren evliliklerde, hayat arkadaşından ideal planda çok şey beklediği için yuva kuramayan hanımların bekleyişinde, otomobil lastiği reklamında bile sömürülen kadın bedeninin ticarileşmesinde ve metâlaşmasında aynı derecede hisse ve -eğer varsa- “şeref” sahibidir. Neticede Türkiye’de de Batı sinemasında ve edebiyatında uzaktan seyrettiğimiz “yalnız ve mutsuz kadın” tipi çoğalmaya başladı. Serbest aşk ve ilişki akımı, geride mutsuz beraberlikler, mutsuz çocuklar ve kötü hatıralar bırakıyor. Batı dünyasında evlenme ve doğum oranları anlamlı derecede düşerken “bağımsız ama tedirgin” kadın sayısında artış kaydedildi.

Kadın hareketlerinin başlangıcından önceki dünya, kadınlar açısından çok ideal bir manzara teşkil etmiyordu elbette; ama “sonraki” dünya, kadınlar için öncekinden daha iyi olmadı. Kadınlar dünya kurulalı beri hiç bir zaman, bu çağda olduğu kadar aşağılanmadı, istismara uğramadı ve tüketilmedi. Çünkü kanunlar, inkılaplar, uluslararası sözleşmelerde zikredilen kadın hakları, sahici ve ferdi bir gerçekliğe değil soyut bir kavrama hitab ediyor.

Aslında Batı tarihi, bizim gibi toplumlar için geleceğin tasviridir; onu, Batı’da nelerin olup bittiğini merak ihtiyacının tatmini yanında, gelecekte bizim hangi problemlerle karşılaşacağımızı tahmin etmek için okumalı ve ciddiye almalıyız.
----------------------------------
bari ahmet alkın beyi de aksiyon dergisinden kopyalayalım.,

LAİKÇİLİĞİN AÇMAZLARI:
TARTIŞMAYA AÇIYORUM: YENİ CENAZE TÖREMİZ NASIL OLMALI?

Duygu Asena’nın cenaze töreninde yaşanan tatsızlıklar, bir dünya görüşü olarak Laikçiliğin tutarlı bir bütün teşkil edememesi gerçeğini bir kere daha ortaya çıkardı. Bu konuda Oktay Ekşi’nin kaleme aldığı, dikkat çekici şikayetnameden bahsetmek istiyorum.
Sayın Ekşi, cenazede yaşananları, “cami avlusunda kokteyl parti”, curcuna, ölene saygısızlık olarak niteledikten sonra diyor ki, “yaşayana saygı göstermeyi bilmediğimiz gibi ölene saygıyı da bilmiyoruz. O yüzden cenaze törenine giderken kıyafetimizin yaslı bir ortama uygun olması gerektiğini düşünmeyiz. Camide, ha ha ha... hih hi hi’li konuşmaların, ona buna fıkra anlatmanın, şirinlik gösterisine kalkmanın, dedikodu yapmanın, iş bağlamanın ne kadar ayıp kaçtığını da görmeyiz.”

Bu noktaya kadar Sayın Ekşi’nin, Duygu Asena cenazesine katılan cemaati eleştirdiğini zannedebilirsiniz ama öyle değil. Bakınız Sayın Ekşi faturayı neticede kime kesiyor:

“Türkiye’de 80 bine yakın cami var. Bunların hiçbirinin sorumlusu veya Diyanet’e bağlı görevliler neden başsağlığını kabul edenler için yer belirlemez?”

Ardından tekliflerini sıralıyor: Başsağlığı dileyeceklerin kuyruğa girdiği yere bir çizgi, bir işaret konulmalı, tabutları daha kaliteli tahta ve mobilyadan yapmalı, tabutu kimlerin taşıyacağını önceden belirlemeli ve cenazeyi hale sebze taşıyan yarıaçık kamyonetlere benzeyen arabalarla götürmek yerine “kaliteli bir cenaze arabası” ile nakletmeliymişiz.

Oktay Ekşi’nin acı acı yakındığı cenaze curcunasına bulduğu çözümü bir yerlerden hatırlıyor musunuz? Ben hatırlıyorum ve her çözümsüzlükte, evvela kendi kültür ve gelenek birikimine müracaat etmek yerine “Amerika’yı yeniden keşfetmenin âlemi yok; Batı’da nasılsa bizde de öyle olsun” çözümünü keşfeden okur yazarlarımıza bıyık altından gülüyorum.


http://64.233.169.104/search?q=cache:-o0WYzOIKRUJ:www.aksiyon.com.tr/detay.php%3Fid%3D25041+Ahmet+Turan+Alkan+i%C5%9F+hayat%C4%B1nda+kad%C4%B1n&hl=tr&ct=clnk&cd=3&gl=tr

----------------------------

Bu metinleri okuycağım. sonra görüşlerimi yazacağım .

biraz müsade,.

knze dedi ki...

3. yazım bu s.b :)

kopyalarken duygu asena ile ilgili kısım ahmet turan önel beye ait, aksiyon dergisinden.

ilk kopyaladığım zaman gazetesinden ali önel' ait.

bu iki yazar ararsıdna bir fikir ayrılığı var anladığım kadarıyla, bunu araştıracağız. anlaşıldı.

zihni dedi ki...

Cumhuriyet’in başlangıç yıllarında kadın, medeni kanunla seçme, seçilme, miras, ticaret, memurluk gibi haklar kazanmış ama inkılapların fiilen şehirlerde yaşayan bürokratik çevrede sınırlı kalmasıyla geleneksel rolünden sıyrılamamıştı; diyor yazar.

Neden?
Çünkü, bürokratik çevrenin dışında kalan insanları din eksenli tarikat düzenlerinin kucağına itmişlerdi.
Kırsalda yasakların ve suçların yerini "günahlar" aldığını biliyoruz. Kentlerde Polis, kırsalda şeytan korkusuyla insanlar kontrol altına alınıyordu da ondan.

Kadınlar dünya kurulalı beri hiç bir zaman, bu çağda olduğu kadar aşağılanmadı, istismara uğramadı ve tüketilmedi.

Bu yazar malum ayetlerle ve hadislerle ya hiç karşılaşmamış, ya da insanları enayi yerine koymaktadır.
Kapitalizmin yedek lastikliğini her çağda seve seve kabullenen din düzeni savunucuları, Burada kapitalizmin kadın istismarını eleştirmeye kalkışıyor.
Aslında bu türdeki yazarlar dar kapsamlı yerlerde vaaz verebilirler de iş kadın haklarını savunmaya gelince, nasıl cesaret ediyorlar anlamkta zorlanıyorum.
Dilediğ yere malum ayet ve hadisleri değiştiriyor, dilediği yerde yok sayabiliyor!! din ve kadın hakkı??? büyük cesaret ama, bu asla medeni cesaret değil, ahmak cesaretidir bence.

knze dedi ki...

Ben de nerden başlayım diye düşünüyordum., zihni ile paylaştığım yerleri vurgulayarak başlayım.

ahmet turan alkan'nın aksiyon dergisinde zihnin değindiği noktalardan başlayalım.

nedense kadın diyince ilaki otomobil fuarları akıllarına geliyor.,

mesela kadınların tıp fakültesine kayıt olmak için yaptıkları inanılmaz mücadele hiç mi hiç gündeme getirmiyorlar.

Bu mücadelede kadınlara müslüman icmalar mı destek olmuştu ?
ben size söyleyim, batıda ve amerikada, belki duygu asena tipinde kadınlar ve akademik beyinli kadınlar mücadele ettiler.

kadın oy hakkı, savcı olabilmesi
sanki gökten zembile olmuştu ?
sadece islam dünyası değil, batı avrupada bile 100 yılı aşan bir olay değildir.

mesela kadın kişilik olarak tıp fakültesine giremez diye halkta
yaygın bir görüş vardı.

ilk mesleki matematikçi kadının hayat hikayesini okudunuz mu ?

evet, zihni bu yazar insanların gözünün içine baka bakak kurnazlık yapıyor.

tek bir pencere bakıyor ve otomobil reklamları ile kadınları yok sayıyor.

Davit bachhem erkeksi ve çıplak rekalm filmi çevirince, üstü çıplak ve seksi erkek bakışlarını fotoğrafçı ayarlamış ve pazulu kollarında dövme var. Peki şimdi bu kesim ne düşünüyor ? erkeğe zavvallı rol biçmezler. davit beckhem para için bunu yapınca bunu görmüyorlar. kurnazlık bu da.

evet birileri vucudunu yakışıklı ve güzelliği paraya çevirebiliyorsa,ve bunu yapanlar bir bilim adamından kat ve kat fazla kazanması sistemin sorunudur. Bu yüzden gezegenimiz
yok olma yolunda gidiyor.

burada sistem değil kadının evden çıkması eleştiriliyor. Hocam ya, kadınlar 1000 yıldr ev hapsinde değil miydi ? onlar için dünya ev ve bahçesinde başladı ve orada bitmedi mi ?

şimdi bir kadın gorillere inglizce öğretmek üzere evinden çıkıp afrikaya gidince, bu yazarı rahatsız eden ne ? bunlar azınlık değildir. Amerikan uzay projesinin yönetiminde kadınlar var., çinde rusya, ve hatta türkiyede.

fakat şuna katılıyorum.

Daha doğrusu oktay ekşiye ben de katılmıyorum. cenaze töreniminizin amerikalılara benzemesini hiç istemem. filimlerde görünce içime karalar bağlıyor, biz öyle alışmamışız. taziye yerleri kuyruklar, siyah gözlükler vs.

ozaman en başa gidelim.

taha akyolun anlaşılmayan tarafı şu.,

şeriat diye sabit bir şey hiç olmamıştı.
şeriat diye değişken birşey de hiç olmamıştı.
çünkü şeriat hiç olmamıştı.

birçok başörtülü feminsit yazrlar kuranın reformunda anlaşırlar.

çünkü onlara kadınların şahitliği
sayıları unutmasından dolayı yarım mı sayılısın diyince, ee canım o zamnaki kadınlarala şimdikiler bir mi derler. Bu görüşte düpedüz çelişki var.

ben onalar çıkıp derim ki, siz kuranı işinize geldiği gibi yorumluyorsunuz. ama öte yandan ameriakn uzay dairesini yöneten kadın var.,

o da aşağalanmış kadın mı ? pekala güzel kadınlar bunlar.
YANİ EN AZINDAN ORTALAMDAN DAHA ÇİRKİN DEĞİLLER.

onların evine gittiğinde her türü cilveyi yapmadığını nerden biliyoruz ?

çünkü bunlarda kadın mı diye eleştirenler de oluyor.

kadın erkekten ne daha yücedir, ne de zavallıdır.

örnek istiyorsanız ırakta işkence yapan kadın askerleri unutmayın. erkek neyse kadınları da o dur.
efsaneler üzerine hayat görüşü inşaa edemeyiz.

bu tartışmaları kadın ve erkek üzerinden ayrı ayrı yapmak imakansız.

peki o halde kurana nasıl bakacağız?

çelişki ortada kaldı.

iki yanlış var.

1- şahitlik ile ilgili hüküm VARDIR. BİZ BUNA UYALIM.

2-o hüküm kadınların dışarda olmadıkları eski yıllara aittir, buna günümüzde gerek yoktur.

ben 3. yolcuyum., öğrenmek isteyen arar bulur, sorar., Bu sizin tutarsızlıkta ısrar ettiğiniz görüşlerden daha tuarlı bir başka yoldur.,.

s.b , burada size söyleceğim şu; heriki yazarın da tutarsızlıktan çıkış yolu yine tutarsızlık., çünkü benim ve zihni beyin gösterdiği örneklere her ikisi de hiç bakmamış. BUNLAR YOK DEĞİL Kİ ??? önce neyin eksik olduğunu farketsinler, sonra güvensinler aradıkları cevapları bulurlar.

zihni dedi ki...

birçok başörtülü feminsit yazrlar kuranın reformunda anlaşırlar.

"başı örtülü feminist yazar" kavramı bana biraz komik geliyor.

"femine - feminist", yaşama, kurallara ve olaylara kadın penceresinden bakışı ifade eder. Bu tanım içinde tepki barındırır. Yani, asırların erkek egemenliğine karşı tepksel bir duruştur.
Baş örtüsü erkek egemenliği ürünü olduğuna göre, kendi başına konana tepki duymayan bir feminizm ancak, dostalr pazarda görsün anlayışını sergiler. Malum siyasete donanımlı yani, düşmanın silahıyla silahlanarak girmek gerekir. (hadis)

knze dedi ki...

Bam telini yakaladın yine zihni.

Bir itirazı olan varsa , söyleceği bir sözü olan varsa zaten söylerdi, söylebilirdi..

Adsız dedi ki...

sevgili knz

nerden icab etti ben de sasirdim, blogunu tikladim bir de ne goreyim, ismim gecmis, kulaklarim cinlamis ondan gelmisim..

yazdiklarina baktim, iyi niyetli olduguna inaniyorum, ama iyiniyet yeri gelip acile kaldirilmaya calisilan yasayacak hastalari oldurebiliyor. dolayisiyla yetmiyor.

soylediklerin arasinda katildiklarim da var ve fakat ifade edis seklini de savunma seklini de begenmiyorum.

seninle tartismalarimiz ayni -anlasilamaz- eksen etrafinda donup duruyor o nedenle tartismaya devam etmek gibi bir dusuncem yok.

ben sadece sana sadece sunu anlarmak istedim ki: islam boyle bir din kadina kapanmasini emrediyor vs vs vs.. musluman olmak islama inanmak ve ortunmek zorunda degilsin, ama karsima cikip ortunmek beni daraltir islam soyle kotu bir dindir vs gibi seyler soylemen benim icin hakikatten anlam ifade etmiyor. tartismani bunlarla savundugunda diyecek bir tek soz kaliyor; begenmiyorsan musluman olmazsin bu da senin bilecegin istir.

basortusu hakkinda ise anlasmaga cok uzagiz, anlasabilmek icin dinlemek anlamak ayni konuda konusabilmek gerekiyor.

ismimi blogunda kullanmazsan memnun olurum. cok gelip gittigim bir yer degil, boyle hitab edilmis ama haberim olmamamis olmasi beni rahatsiz ederdi.

BetuL

knze dedi ki...

sevgili betül,

Bu olağn üstü bir durumdu. çünkü
yazdığım blogta sna yazdığım cevap
engelenmişti.

email adresinde olmayınca, sanal bir ortamda yapabileceğim buydu.
neticede birbirimi tanıdık.


ben sadece sana sadece sunu anlarmak istedim ki: islam boyle bir din kadina kapanmasini emrediyor vs vs vs.. musluman olmak islama inanmak ve ortunmek zorunda degilsin,


öznesi knz olan yazı yazmıyorum ben. İnsanları din dışına
sadece aforoz müessesi iter,.

aramızda üsütnlüğ sağlayacak dini geçerlik belgesi var mı *

ama karsima cikip ortunmek beni daraltir islam soyle kotu bir dindir vs gibi seyler soylemen benim icin hakikatten anlam ifade etmiyor.

tartışmaın özensi ben olmadığım gibi sizler de değilsiniz.
islam kötü dindir demedim, örtünmek beni daraltır dedim.

olmadı çünkü,insan hisslerine sansür koymak sizin bu yaptığınız. Başörtüsü etrafında bir tabu, korunaklı alan yaratmaktır.,

tartismani bunlarla savundugunda diyecek bir tek soz kaliyor; begenmiyorsan musluman olmazsin bu da senin bilecegin istir.

yorumsuz :)

basortusu hakkinda ise anlasmaga cok uzagiz, anlasabilmek icin dinlemek anlamak ayni konuda konusabilmek gerekiyor.

50 yıl sonra konuşuruz.

Bu arada çuvaldız hanıma haber veriseniz, Bir altta "kendi sorunlarımız halletmek" sayfasında ona verdiğim bir cevap var.,

ana sayfadaki adınızı sileceğim yarın .

Müzmin Anonim dedi ki...

Betulk hanim,

Olur a buraya bir daha bakarsiniz. Suradaki linki belki okumak istersiniz.

Bu linki, 'musluman olmak' konusunda soyledikleriniz atfen verdim.